in the hoarseness

Sena [original version in Turkish]

elim ayağım

epeydir kimin kime ne anlattığını bilmiyorum

adında hem ekmek hem gül geçen kimseyi görmedim

tanımıyorum

ben biraz yavaş

günde beş defa hiçbir şey yapmayan biri

ben biraz en üzgün baharatlara fena meyilli

mümkünse haşhaş

yoksa benzeri sözcüklerle de kırabilirim kalbimi

diyelim zencefil

diyelim hatmi


elim ayağım

başımdan geçenle aklımdan geçenin karıştığı bu masal

aşk her şeyi daha yavaş yapmaktır diye diye yürüdüğüm bir sokak

kalbinde tef ve delik

kalbinde dünya lekesi taşıyan bir çocuk resmi demişti

madem günde beş vakit kalkıp sana baktım

madem dünyanın bu kadar sabahını ben uyandım

ben uyudum bu kadar uykusunu

diledim dünyaya fena inanmış bir yüzüm olsun

kendimi seninle öldüreceğim dediğim feci bir kalbim

bir elim

bir ayağım

ağzıma doldurduğum rüzgarla üfleyeceğim sözlerim

diyelim fena

diyelim feci


 
elim ayağım

artık nereye ne götürdüğümü bilmediğim bu sapakta

sesini burada bırakıp giden şeylere baharat diyen o aktar dedi

tamam olmak küfür

tamam etmek hâşâ

bir ömür ağrıma gitse de dünyadan oluşmuş harfler

yarım dalgın ve kusurlu geldim ben buraya

günde beş defa hiçbir şey yapmamaktansa

kalıp sana baktım

kalıp sana bakmak oldu dünya

baharatları tek tek

zamanın bizi nasıl terlettiğini tane tane

dünyaya inanmış bir yüzü üzgün üzgün anlattım sana

dedim belki de bir yere üzgün üzgün bakmaktır dünya


 
dağlarına yedi

çarşılarına bir kez kar yağan doğu

durup beklemenin durup beklemekle devam ettiği günler

uyanınca da süren rüyalardan geldim ben buraya

diyelim fesleğen vardı

durup fesleğen çalıştım buralarda

diyelim fesleğen çalışmış kadar yoruldum ben dünyada

bil dedim

ilk kez ekmek ve gül geçecek yanımızdan

ilk kez ekmek ve gül geçecek adımızda

yalvarırım beni dünyaya bulaştırma


 
elim ayağım

ilkin ruhunu ve duvarını duayla koruyan bir evde karıştı aklım

karıştı kalbim

doğu dağlarını yedi diyen ninem

her baktığını görmesin diye su içirdi kız kardeşlerime

rüzgar yedirdi her bildiğini demesin diye

işte ona hep bir çukurdan baktım

hep yutkundum ninem ve dünya demeden önce

dağlarını yiyen doğunun adıyla bakışsız bu yüzü seçtim kendime

dedim belki de bir yutkunma yeriydi hayat

o avlu

o dam

o çocukluk

dedim belki de bir yutkunma yeriydi dünya


 
elim ayağım

yani kalbi yutkunmakla dolu kız kardeşlerim

bu nasıl mümkün

saçlarından başladılar konuşmaya

dedim değil mi ki simsiyah yaşımdayım

değil mi ki ekmeğimi yüzümün teri içinde yedim

ben de gitmeliyim artık o en fena bitkilere

çağırdığım haşhaş

gittiğim hatmi

olduğum zencefil

aslında hep bir odun sarsınlar onu içeyim dedim kendi kendime

duvarımızda dua

dualarda büyülü o nine


 
elim ayağım

taşıma düşman beğendirmekle geçirdiğim o günlerde

ben iyiyim de kalbim delik

ben iyiyim de burası doğu

ben iyiyim de çevrem kötü diye tarif edildiğim her yerde

bu farz dedim

bu farz

bu kesmediğim şeyleri uzatıyorum sanmanızdaki uzun kusur

bu kalbinizin kenarındaki yavaşlık

cümlelerimi yarım

beni duman eden her neyse onun adına

bu nasıl mümkün ki

önce gözlerimden başladım ben konuşmaya

akşamını gördüm dünyanın

merak kuşku ve bekleme yerlerini

hayatın beni tahtaya çıkardığı bir sabah

kırıldı dünya soğuktur diye yazdığım o kalem

o ayna


 
gördüm

nereye gitsem ben dik gölgem kamburdu bu dünyada


 
elim ayağım

sen gittin yağmurun sürdü sonra

denediğim taş çarşıları oldu dünyanın

sabır bitkileri

kırk uykusunu uyuduğum doğu

kırk yolunu yürüdüğüm sokak

hayat hep tuhaf bir yapışkanlıkla kaldı boynumda

dedim kırk sesle yıkansam da gitmez kalbimden sesin

ben dik gölgem kambur

bu leke başka


 
 
seyyidhan kömürcü

(bkz: dünya lekesi, 1. baskı şubat 2012, everest yayınları, syf. 10-20)
 

This page has paths:

This page references: